03 Mayıs 2015

Orta Kulak Enfeksiyonu Olan Çocuklarda Geniz Eti ve Biyofilm Oluşturan Bakteriler


Bakteriyal biyofilmlerin akut ve kronik orta kulak enfeksiyonları da dahil üst solunum yolu hastalıklarında önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. Bu durum antibiyotik direnci ve tekrarlayan enfeksiyonlara yatkınlık yaratmaktadır. Kronik ya da tekrarlayan orta kulak enfeksiyonları olan çocuklarda nazofarinksin dirençli bakteriyal biyofilmler için bir rezervuar görevi gördüğü bilinmektedir. Daha önceki çalışmalar, tekrarlayan akut otitis media (AOM) geçiren çocuklarda normallere göre daha fazla nazofarinkste biyofilm oluşturan otopatojen bulunduğunu ortaya koymuştur. Eskiden efüzyonlu otitis media (EOM), steril bir inflamasyon olarak düşünülürdü. Ancak, bakteriyal biyofilmler uzun süreli efüzyonlu otitis mediası bulunan çocuklarda orta kulak mukozasında da gösterilmiştir.
Elektron mikroskopik çalışmalar, tekrarlayan akut otitis medialı çocuklarda biyofilmlerin adenoid (geniz eti) üzerindeki mukozanın neredeyse tamamını kapladığını göstermektedir. Hipertrofiye uğrayan adenoidler Eustachi tüpü (ET) ostiumunda kronik tıkanıklık yaratarak orta kulak ventilasyonunun bozar, ET ve orta kulağa bakterilerin periyodik olarak yayılmasına yol açar.
Torretta ve arkadaşlarının yaptığı çalışmaya göre bir yıl süre ile ameliyat edilen 45 çocuk hastadan birisi nazofarinks çatısı (NC), ikisi ET ostiumlarından olmak üzere 3’er adet toplam 135 adenoid biyopsisi alınmıştır. Hastaların yaşları 4 ile 13 arasında değişmektedir ve medyan yaş 7’dir. Hastaların ameliyat endikasyonu tekrarlayan AOM veya persistan EOM’ye neden olan kronik adenoidittir. Kronik adenoidit tanısı adenoid hipertrofisinin yanı sıra devam eden nazofaringeal inflamasyon veya enfeksiyon [6 ay içerisinde antibiyotik tedavisi gerektiren 3 ya da 12 ay içerisinde antibiyotik tedavisi gerektiren 4 adenoidit atağı], akut inflamasyon bulgusu olmaksızın adenoid yüzeyini kaplayan persistan mukus sekresyonunun ve/veya persistan orta kulak efüzyonunun 3 aydır bulunması, ve/veya tekrarlayan AOM [6 ay içerisinde 3 ya da 12 ay içerisinde 4 adenoidit atak] ile koyulmaktadır. ET ve NC örneklerinde en çok üretilen bakteri Staphylococcus aureus iken her iki örnekte de Moraxella catarrhalis ve Streptococcus peneumonia ile takip edilmektedir. Oransal olarak Staphylococcus aureus NC’de daha çok üretilirken, Moraxella catarrhalis ve Streptococcus peneumonia ET’de daha fazla üretilmiştir. Ancak, bu farklar istatiksel olarak anlamlı düzeyde değildir.
ET örneklerinde (%72), NC’na (%53) göre istatiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazla biyofilm üreten bakteri üremiştir. Her iki bölgeden elde edilen bakterilerin çoğunluğunun biofilm üretme kapasitesi zayıf olan gruptan olduğu belirlenmiştir (ET için %59, NC için %58). Polimikrobial biofilmlerin ET bölgesinde (%19) NC’ye (%8) göre daha fazla olduğu görülmüştür.
Bu çalışma, adenoid alt bölgeleri arasında bakterilerin dağılımı ve tespit edilen bakterilerin biyofilm üretme kapasiteleri hakkındaki ilk çalışmadır. Biyofilm oluşturan bakterilerin tam eradikasyonu için adenoidlerin tam olarak çıkarılması gerekmektedir. Bu nedenle kör cerrahi teknik yerine doğrudan intraoperatif görüntüleme tercih edilerek ET ağzına yakın bölgelerdeki adenoid dokusu da temizlenmelidir.
Torretta, SaraDrago, LorenzoMarchisio, PaolaGaffuri, MicheleAlessandro Clemente, IgnazioPignataro, Lorenzo. "Topographic Distribution of Biofilm-Producing Bacteria in Adenoid Subsites of Children With Chronic or Recurrent Middle Ear Infections." Annals Of Otology, Rhinology & Laryngology 122, no. 2 (February 2013): 109-113.

12 Ocak 2015

Ses Hastalıkları


Modern yaşamla birlikte iletişimin öneminin her geçen gün arttığının farkındayız. Farklı birçok yöntemle iletişim kurabilsek de, en önemli iletişim aracımızın hala sesimiz olduğunu vurgulamamız gerekiyor.
İster bir çocuk ya da genç birey, istersek de aktif çalışma hayatında olan bir erişkin olalım, sesimize olan ihtiyacımız yaşamımızın hiçbir döneminde azalmıyor. İhtiyaçlarımızı, isteklerimizi, duygu ve düşüncelerimizi karşımızdakilere aktarırken sesimizi etkin olarak kullanma ihtiyacı duyuyoruz. Bazı mesleklerde çalışan insanlar ise sesleri olmasa, işlerinin önemli bir kısmını istedikleri gibi yapmaktan mahrum oluyorlar. “Ses profesyoneli” olarak adlandırılan bu grup aslında tahmin edilenden çok daha fazla mesleği içerisinde barındırıyor. Aklımıza ilk gelenlerden itibaren sıralayacak olursak öğretmenler, avukatlar, doktorlar, ses ve sahne sanatçıları, iletişim merkezi (call-center) çalışanları, banka çalışanları, öğretim üyeleri, tezgahtarlar, televizyon ve radyo programcıları, din görevlileri, pazarlamacılar ve daha birçok meslek bu gruba dahil edilebilir.

Ses rahatsızlıkları nasıl önlenebilir?
Ses rahatsızlıkları, bireyin ses ihtiyaçlarına özel olarak hazırlanan ses hijyeni ve ses terapisi programları sayesinde oluşmadan önlenebilir. Herhangi bir ses rahatsızlığı bulunduğunda uygulanacak hijyen ve terapi yöntemleri ise tedavinin daha erken ve daha başarılı olarak sonuçlanmasına önemli katkıda bulunacaktır.

Ses rahatsızlığı, ses bozukluğu, ses hastalığı, ses kısıklığının nedeni nedir?
Vücudumuzun diğer organlarında olduğu gibi birçok değişik neden benzer belirtilere yol açabilir. Örneğin kısa süreli bir soğuk algınlığı, alerji ya da reflü gibi daha kolay yönetilebilecek nedenlerin ya da ses kıvrımı (ses teli) felci ya da ses kıvrımı kanseri gibi ciddi sorunların ilk belirtisi ses kısıklığı olabilir.

Ses hastalıklarına doğru tanı nasıl koyulur?
Ses hastalıklarında doğru tanıya, nesnel (subjektif) ve öznel (objektif) yaklaşımların birlikte kullanılması ile ulaşılabilir. Bireyin sesinin durumu hem kendisinin hem de ilgili klinisyenin algısına göre değerlendirilir. Gerekli hallerde standardize edilmiş ses kayıtları alınır, bu kayıtlar üzerinden akustik analiz adı verilen yöntemle karşılaştırılabilir rakamsal veriler elde edilir. Hastanın tam bir kulak, burun, boğaz ve baş boyun muayenesinin yanı sıra gerekli hallerde tüm vücut muayenesi yapılır. Ses kıvrımlarının ve ilgili diğer yapıların görüntülenmesi için gerek rijid (sert) gerekse fleksibl (eğilip bükülebilen) teleskoplar kullanılabilir. Ses kıvrımları, ses çıkarma sırasında erişkin erkeklerde saniyede ortalama 100-140 kez, kadınlarda 200-240 kez titreştiği için bu yapıları görebilmek için özel aletlere ihtiyaç duyulur. Bunu sağlayan ışık teknolojisine stroboskopi adı verilir. Stroboskopik ışık kaynağı altında yapılan ses muayenesi (videolaringostroboskopi), tanı için altın standarttır. Bu sayede, basit muayene yöntemleri ile elde edilemeyen birçok bilgiye ulaşılabilir ve doğru tanı koyulabilir.

Ses hastalıklarına en sık yol açan hastalıklar nelerdir?
Ses hastalıkları organik ve fonksiyonel nedenler olarak iki ana grupta sınıflanabilir. Organik nedenler, ses kıvrımlarında nodül, polip, kist, oluk (sulkus), beyaz ve kırmızı lekelenmeler, granulom, reflü, felç ve kanser gibi bazı örneklerini sıralayabileceğimiz rahatsızlıklardır. Fonksiyonel nedenler ise ses kıvrımları ve kulak burun boğaz muayenesinde görsel bir sorun saptanmayan ancak bireyin ilgili yapılarını kullanması ile ilgili sorun belirlenen durumları ifade eder.

Ses hastalıkları nasıl tedavi edilir?
Ses hastalıklarında tedavi, rahatsızlığa yol açan nedene göre belirlenir. Ses terapisi, tıbbi (ilaçla) tedavisi ve cerrahi tedavi, üç ana tedavi yöntemidir.

Ses Terapisi Nedir?
Ses terapisi, ses problemlerinin tamamında kullanılabilecek bir tedavi yöntemidir. Bazı ses rahatsızlıklarında tek tedavi yöntemi olarak kullanılır iken, bazılarında ise tıbbi veya cerrahi tedavinin öncesi ve sonrasında destekleyici olarak kullanılabilir. Çok faydalı olmasına rağmen, hiçbir ses patolojisi için özgün bir ses terapisi yöntemi yoktur. Aksine, her hasta için seçilen ses terapisi yöntemi, yoğunluğu ve süresi, hastanın ihtiyaçlarına göre birbirinden farklı olmalıdır. İdeal olarak ses terapisine başlamadan önce hastanın ses probleminin nedeni belirlenmelidir. Bu amaçla objektif ses analizinin yapılması ve ses tellerinin videolaringostroboskopi ile değerlendirilmesi gereklidir.
Elde edilen bulgular hasta ve ses terapisinde aktif rol oynayacak ekip ile ve eğer hasta bir ses profesyoneli ise sesi ile ilgilenen diğer kişilerle birlikte değerlendirilmeli ve terapi amaçları belirlenmelidir.
Son yıllarda larinks (gırtlak, hançere) hakkındaki bilgilerde görülen ani artış, ses ve ses rahatsızlıklarının fizyolojisi, bozuklukları ve tedavisine olan ilgiyi de arttırmıştır. Bu sayede sesin objektif değerlendirmesi ve ses tellerinin görüntülenmesi konularında önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Böylece, çok daha hızlı ve doğru tanılar elde edilmekte ve tedavi sürecine bir an önce geçilebilmektedir. Her geçen gün, hem ses rahatsızlıkları ile uğraşan sağlık profesyonellerinin, hem de sesi ile hayatını kazanan ses profesyonellerinin zaman kısıtlılıkları da arttığından, günümüzdeki ses terapi protokolleri yaklaşık 6-10 seans olarak planlanmaktadır. Her ses terapisi yönteminin amaçları farklı olmakla beraber, tüm ses terapi teknikleri için evrensel olan bazı genel hedefler de mevcuttur. Bunlar gerek cerrahi öncesi ya da cerrahi sonrası için verilen ses terapileri, gerekse tek tedavi olarak kullanılacak ses terapisi için önem arz eder:
1.       Hasta eğitimi: Hasta eğitimi, tüm tedavi protokolleri için birinci basamaktır. Her hasta, sesin nasıl oluştuğunu ve kendilerindeki problemin sesinde nasıl bir sıkıntıya yol açtığını anlamalıdır. Hasta ses terapisinin mantığını, kullanılacak tekniği ve tedavinin amaçlarını anlamalıdır. Tedavi yaklaşımı hastanın aklına yatmıyorsa, ya da terapiyi uygulayacak kişi kararlı değil veya yeterli açıklama yapmıyorsa, hastanın tedavi programına uyum göstermesi güç olacaktır.
2.       Ses hijyeni: Her hasta için uygulanması gereken ses hijyeni kurallarının yanı sıra, her hasta için özgün olarak dikkat edilmesi, buna uygun olarak yapılması/yapılmaması gereken konular belirlenmelidir. Örneğin tüm ses kullanıcıları için yeterli sıvı alımı, gerekirse bulunulan ortamın nemlendirilmesi önemlidir. Kişisel ses kullanım alışkanlıkları hakkında bilgi sahibi olunması, genellikle sesin yoğun olarak kullanıldığı ortam ve ortamdaki gürültü özelliklerinin bilinmesi, ve diğer çevresel faktörlerin irdelenmesi daha sağlıklı ses alışkanlıklarının kazanılmasını sağlayacaktır. Sigara kullanılmaması, genel stresin azaltılması, kullanılan ilaçlar ve bunların vücut sıvıları üzerine etkisinin bilinmesi de önemli gerekliliklerdir.
3.       Aşırı ses kullanma davranışının düzeltilmesi: Ses kısıklığı olan bireylerin daha alçak sesle konuşmasının sağlanması, yüksek sesle konuşmanın önlenmesi, alışkanlık haline gelmiş veya sık tekrarlanan boğaz temizleme hareketinin önlenmesi önemlidir. Sesin gün içerisinde toplam kullanımı azaltılmalıdır. Yüksek sesle gülmek, ağlamak ve öksürmek de sese zarar veren davranışlardır. Tüm bu kurallar, nörolojik nedenlere bağlı ya da hipofonksiyonel ses kısıklığı olan hastalar dışında ses problemi olan bireyler için kullanılabilir.
4.       Üzerinde anlaşılan amaçlar ve beklentiler: Ses problemi olan birey ve ses terapisini verecek kişi, sesle ilgili bir problem olduğu, bununla ilgili bir şeyler yapılması gerektiği, izlenecek yol ve amaçlanan hedefler konusunda fikir birliği içerisinde olmalıdır.
5.       Hastanın sesindeki değişiklileri fark edebiliyor olması: Eğer hasta, sesinde ses terapisi ile oluşan değişiklikleri fark edemiyor ya da hissedemiyor ise, ses terapisi fayda sağlayamaz. Bu durum ses profesyonellerinde sık rastlamadığımız, ancak özellikle yaşlı popülasyonda ve nörolojik problemli bireylerde çok karşılaştığımız bir durumdur.

Ses hastalığının sadece ses terapisi ile tedavi edilebilmesi mümkün müdür?
Evet, bazı ses hastalıkları sadece ses terapisi yöntemleri ile tedavi edilebilir. Bunlar arasında fonksiyonel ses bozuklukları, nörolojik ve psikiyatrik bazı hastalıklara bağlı ses problemleri ve çoğu ses kıvrımı nodülleri örnek olarak belirtilebilir.

Ses hastalıklarının tedavisinde cerrahi yöntemler başarılı mıdır?
Evet, birçok ses hastalığının tedavisinde cerrahi yöntemler %100’e varan oranlarda başarılı olabilir. Bunlar arasında ses kıvrımı polipleri, ses kıvrımı kistleri, granülom, papillom ve kanser gibi çok değişik nedenler sayılabilir.

Ses hastalıkları tedavisinde medikal/tıbbi/ilaçla tedavinin rolü nedir?
Başta larenjitler (ses kıvrımları ve gırtlağın değişik bölgelerinin enfeksiyon ve iltihapları) ve reflü (mide içeriğinin ses kıvrımları düzeyine geri akışı) olmak üzere pek çok değişik ses hastalığında ilaç tedavisi ile başarılı sonuçlar almak mümkündür.

Ses hastalığı ya da sesi ile ilgili sorunun olan bir kişi kime başvurmalıdır?
 Ses sorunu olan bir birey, ses hastalıkları konusunda uzmanlaşmış bir Kulak Burun Boğaz hastalıkları uzmanına başvurmalıdır.

Sağlıklı bir ses dileklerimle.

Prof.Dr. Haldun OĞUZ
0 531 431 06 94

04 Ocak 2015

Ses Teli Nodülleri

Ses Teli Nodülleri, ses tellerinin birbiri ile temas ettiği serbest yüzeyde oluşan, iyi huylu (yani kanserle ilişkisi olmayan) büyümelerdir. Ses tellerinin yanlış ya da kötü kullanımına bağlı olarak oluşurlar. Kaba bir benzetme ile tıpkı elimizde ya da ayağımızda oluşan nasırlara benzetilebilir. Sesini profesyonel olarak kullanan bireylerde toplumun diğer kesimine göre çok daha sık olarak görülür.

Ses teli nodülünün belirtileri genellikle ses kısıklığı, seste değişiklik, senin çatallı çıkması ve seste kabalaşmadır. Profesyonel ses kullanıcısı sesinin daha alçak perdeden çıktığını ya da sesinin normalden daha soluklu, hışırtılı olduğunu ifade edebilir. Bireyler seslerinde oluşan değişikliğin yanı sıra, artan ses kullanımı ile birlikte boyun çevresindeki kaslarda ağrı, konuşma hatta yutkunma güçlüğünden yakınabilirler.

Nodüller, vücudumuzun en çok travmaya maruz kalan bölgesi olan ses tellerinde tekrarlayan basınçlı travmaya bağlı oluşur. Konuşma sırasında sıradan bir erkeğin ses tellerinin saniyede ortalama 120 kez ve bir kadının ses tellerinin 200 kez birbirine çarptığını hatırlayınız!

Sesini profesyonel olarak kullanmayan bireylerde 2 haftadan fazla süren ses kısıklığı durumunda mutlaka bir ses hekimine başvurmak gereklidir. Profesyonel bir ses kullanıcısının ise genellikle bu kadar bekleyebilecek lüksü olmamaktadır. Ses hekiminiz şikayetlerinizi dinleyip, ses sağlığınız ve genel tıbbi geçmişiniz hakkında yeterli bilgiye sahip olduktan sonra profesyonel ses beklentilerinizi de detaylı bir şekilde bilmek isteyecektir. Profesyonel ses dediğimizde tanı ve tedavisi için uğraştığımız bireyin illa ki bir ses sanatçısı olması gerekmemektedir. Aslında çoğu meslek grubu gün içerinde kendilerini ve işlerini sesleri ile ifade ederler. Bunlar arasında öğretmenler, avukatlar, çağrı merkezi çalışanları, banka, belediye, postane birimleri gibi müşterilerine hizmet için sesine ihtiyaç duyanlar, tezgahtarlar, esnaflar, din görevlileri ve daha birçok meslek grubu sayılabilir.
Sesiniz ve ses tellerinin detaylı muayenesi ile (ki bunun için ideal ikili laringovideostroboskopi ve objektif ses analizidir) ses teli nodülü tanısı konması ve nedeninin belirlenmesi mümkün olur.
Nodül tedavisinde iki ana yöntem, ses terapisi ve cerrahidir.
Sesin kötü ya da yanlış kullanımına bağlı bir ses problemi olan nodülü tedavi etmenin ideal yolu, sesin bu şekilde kullanımına devam edilmemesidir. Sesi doğru kullanacak şekilde alışkanlıklar edinilmesi ve ses tellerine aşırı basınç uygulanmasını engelleyecek doğru vokal tekniğin kullanımı, hem nodüllerin küçülmesini hatta yok olmasını sağlayacak, hem de tekrar oluşma riskini ortadan kaldıracaktır. Sesin doğru kullanılmasını öğreten ana yöntem ses terapisidir.
Bazı nodüller ise ses terapisi de dahil tedavilere fazlasıyla dirençlidir. Uygun ses tekniği, sımsıkı takip edilen ses hijyeni kuralları ve hatta ses terapisine rağmen düzelmeyen nodüller, fonomikrocerrahi adını verdiğimiz, genel anestezi altında mikroskop aracılığı ile yaptığımız ameliyatlar ile tedavi edilmektedir.
Prof.Dr. Haldun OGUZ

444 44 50
0 312 213 13 20

22 Mayıs 2014

İşitme Kayıpları


İşitme Kayıpları konusunda hazırladığım güncel notlara aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
Saygılarımla.
Prof.Dr. Haldun OĞUZ

06 Mayıs 2014

Enjeksiyon Laringoplasti: Tirohyoid Teknik


Krikotiroid ve tirohyoid yaklaşımların karşılaştırılması
Woo ve arkadaşlarının çalışmalarında belirttiklerine göre krikotiroid (CT) yöntemin benimsenme nedeni iğnede daha az ölü boşluk kalması ve enjeksiyon bölgesinden kaçak olmamasıdır. Ancak, iğne ucunun yöneliminin vokal folda paralel değil oblik olduğu ifade edilmektedir. Tirohyoid (TH) yaklaşımın iğnenin derinliğinin saptanması ve yerleşiminin kontrolü için daha uygun olduğu ifade edilmektedir.
64 olguyu içeren seride CT ya da TH enjeksiyonlar 25 gauge, 11 cm uzunlukta iğneler ile yapılmıştır. TH uygulama sonuçlarının objektif ve subjektif verilere göre istatiksel olarak daha iyi olduğu, tekniğin de kendilerince daha uygun olduğu ifade edilmektedir. Komplikasyon olarak TH grupta iki olguda enjeksiyon noktasında kanama, CT grupta ise bir olguda augmente edilen vokal folda hematom oluştuğu bildirilmektedir. Her iki grupta da majör bir komplikasyon görülmemiştir.  
Yazarlar eğimli iğneyi düz iğneye göre daha güvenli bulduklarını, eğdikleri iğneyi tiroid çentiğe yerleştirerek çalıştıklarını, bunun da hastanın yutkunması sırasında güvenlik sağladığını ifade etmektedir.
Makaleye ulaşmak için aşağıdaki bağlantıyı kullanabilirsiniz:

Prof.Dr. Haldun OĞUZ

05 Mayıs 2014

Enjeksiyon Laringoplasti: Krikotiroid Teknik



Oturur pozisyonda krikotiroid boşluk yoluyla transkutanöz enjeksiyon laringoplasti tekniği: anatomik bilgiler ve teknik
Transnazal fiberoptik laringoskopi yardımıyla krikotiroid boşluk yoluyla transkutanöz enjeksiyon laringoplasti, oturur ya da semi-Fowler pozisyonda yapılabilir. Diğer enjeksiyon laringoplasti alternatiflerine göre nispeten daha ağrısızdır, daha kolay tolere edilir, iğnenin ulaştığı noktadan daha az boşa akıntıya neden olur.
Jin ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada 14 tek taraflı vokal fold paralizili olgunun tomografi görüntüleri üzerinde çalışılarak uygulamaya kolaylık sağlayacak uzaklıklar ve açılar hesaplanmıştır. İğne giriş noktası olarak tiroid kartilaj alt sınırında orta hattın 7 mm laterali, iğnenin hedefi olarak ise vokal fold posterior 1/3’ü alınmıştır. Enjeksiyonlar rutin uygulamada genelde orta hattın 7-10 mm lateralinden yapılmaktadır.
Enjeksiyon için 26 G – 1,5 inch boyutlarında iğne kullanılmıştır. İğnelerin ucundan 2 cm.lik uzunluk açılandırılmıştır. Enjeksiyon, trakea içerisine intraluminal penetrasyon olmaksızın, doğrudan paraglottik boşluğa yapılmaktadır. Video görüntüde iğne ucunun doğru pozisyonda olduğu anlaşıldığında madde yavaşça enjekte edilmektedir. Giriş noktası ile hedef nokta arasındaki ortalama uzaklık erkeklerde 15,75 mm, kadınlarda 13,91 mm olarak bulunmuştur. Horizontal planla enjeksiyon yönü arasında oluşan açı erkek ve kadınlarda yaklaşık 47,50 olarak belirlenmiştir. Vertikal planda hedef nokta ile giriş arasında oluşan horizontal açı erkelerde 10,50, kadınlarda 12,70 olarak bulunmuştur. Enjekte edilen miktar erkeklerde 0,61 ml, kadınlarda 0,54 ml olmuştur. Yazarlar, oturur pozisyonu semi-Fowler pozisyona tercih etmektedir.
Makaleye ulaşmak için aşağıdaki bağlantıyı kullanabilirsiniz:

Prof.Dr. Haldun OĞUZ

01 Mayıs 2014

Yutma Güçlüğü Nedenlerinden Biri: Osteofit


Anterior servikal osteofitler, servikal omurganın dejenerasyonuna veya DISH’e (diffuse idiopatihc skeletal hyperostosis – Forestier hastalığı) bağlı oluşabilir. DISH hastalığında en az dört ardışık omurganın anterolateral bölgesinde ossifikasyon görülür. Oluşan osteofitler büyükse hastalarda disfaji (yutma güçlüğü) ya da dispne (solunum sıkıntısı) görülebilir. Boyun ağrısı ve boyunda hareket kısıtlılıkları da oluşabilir. Ses kısıklığı ve boğazda yabancı cisim hissi oluşabilecek diğer belirtilerdir. 40 yaşın üzerindeki bireylerin ortalama %3’ünde DISH olduğu ve bu hastaların ortalama %3’ünde yutma güçlüğü gelişebileceği tahmin edilmektedir.

DISH’e neden olan faktörler tam olarak bilinmemektedir. Aşırı mekanik stres, hiperlipidemi, insülin ve insülin benzeri büyüme faktörü-1’in potansiyel nedenler olduğu bildirilmektedir.

Servikal osteofitlere ikincil yutma güçlüğü tedavisinde öncelik konservatif yöntemlerdedir: diyet modifikasyonları, yutma terapileri, steroid olmayan antiinflamatuvar ilaçlar, gibi. Bu tedavilerden fayda görmeyen hastalara cerrahi tedavi uygulanır.

Hwang, Chough ve Joo’nun konu hakkındaki makalesine aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
doi: 10.14245/kjs.2013.10.3.200

26 Mart 2014

Burun ve Sinüslerin Ağrı Duyarlılığı ve Yansıyan Ağrı

Burun içerisindeki yapılar ve paranazal sinüslerin ağrı uyarısına duyarlılığı konusunda Clerico tarafından yapılan bir çalışma,  American Journal of Otolaryngology–Head and Neck Medicine and Surgery dergisinde yayınlanmak üzere kabul edildi. Çalışmada elektrik ve mekanik uyaranlara cevabın farkı ile uyarının yeri ile varsa yansıyan (refere) ağrının yeri belirlenmeye çalışıldı. Çalışma, bu şekilde kurgulanarak gönüllü bireyler üzerinde yapılan literatürdeki üçüncü çalışma olma özelliğini taşıyor.
Makalenin tam metni: doi: 10.1016/j.amjoto.2014.02.009
Anabilim Dalımız eğitim saati için hazırladığım özeti: Clerico Pain 2014 AJOHNMS

22 Ocak 2014

Koanal atrezi tedavisi


Konjenital koanal atrezi çocukluk çağında hava yolu tıkanıklığına yol açan nedenlerden birisidir. Yaklaşık 5000 doğumda bir görülen bu problemin cerrahi tedavisi sırasında stent uygulamaları ve mitomisin kullanımı gündeme gelmektedir. Bu konu hakkında ABD’den Carter ve arkadaşları tarafından yapılan ve International Journal of Pediatric Otolaryngology dergisinde yayınlanan bir makale hakkında anabilim dalımız eğitim saatinde sunulmak üzere hazırladığım dosyaya aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

Koanal atrezi tedavisinde stentler ve mitomisin uygulamasının etkinliği – IJPORL 2014

08 Ocak 2014

Yutma sıklığı - Yaşlılıkta görülen değişiklikler


Genç bir erişkinin günlük yutma frekansı ne kadardır? Yaşlılıkta bu durum nasıl değişir? Yatağa bağımlı olan veya fiziksel kısıtlıklıkları olan yaşlılarda farklılıklar nelerdir? Bunlar ve benzeri soruları cevaplamaya yönelik Tanaka ve arkadaşlarının yaptığı, klinik akademik saatinde sunulmak üzere hazırladığım bir çalışmanın özetine aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

04 Ocak 2014

Efüzyonlu (Seröz) Otitis Media


ÇOCUKLUK ÇAĞININ EN SIK KULAK HASTALIĞI: EFÜZYONLU OTİTİS MEDİA
 Çocukluk çağının bu en sık görülen hastalığının halk arasında en yaygın ifade ediliş şekli “orta kulakta su toplanması”dır. Çocukluk çağlarındaki orta kulakta sıvı birikmesi durumu KBB literatüründe en sık SOM (seröz otitis media), ancak en doğru şekliyle EOM (efüzyonlu otitis media) olarak adlandırılır. EOM kesin tedavisi yapılabilen bir hastalıkltır. Çocukların önemli bir kısmında hastalık kendiliğinden dahi düzelebilir. Bir ay içinde düzelme görülmemesi durumunda ilaç tedavileri denebilir. Nihayet inatçı vakalarda cerrahi tedaviyle tedavisi kesin olarak yapılabilir.

ORTA KULAĞIN YAPISI
Kulak zarı dış kulak yolunun sonunda perde şeklinde yerleşmiştir. Zarın arka kısmı orta kulak boşluğuyla komşudur. Zara çarpan ses dalgaları zarla bağlantılı olan çekiç kemiğini, daha sonra sırasıyla örs ve özengi kemiğini titreştirerek iç kulağa ulaşır. Orta kulakta yer alan ve birbiriyle bağlantılı olan bu çekiç, örs ve özengi kemikleri, kemikçik zinciri olarak bilinir. Ses enerjisinin en ideal şekilde iç kulağa ulaşabilmesi sağlam ve serbestçe titreşebilen bir kulak zarına ve kemikçik zincire ihtiyacı vardır. Kulak zarı ve kemiçik zinciri sisteminin rahatça titreşebilmesi için kulak zarının her iki tarafının eşit basınçta hava ile dolu olması gerekir. Kulak zarının dış tarafı dış kulak yoluyla direkt atmosfere açık olup 1 atmosferlik hava basıncının etkisi altındadır. Zarın arka kısmındaki orta kulak boşluğunun havası ise genizden Eustachian borusu yoluyla gelir.

GENİZ TIKANIKLIĞI
Geniz bölgesi burun pasajının arka tarafında yumuşak damak ve küçük dilin üst bölgesinde yer alır. Nefes alma sırasında burundan geçen hava, genizden geçerek gırtlağa ulaşmaktadır. Sağlıklı bir çocuğun gelişimi sırasında erken yaşlardan itibaren geniz bölgesinde adenoid dokusu (geniz eti) büyümeye başlar. Geniz bölgesinde yer kaplayan bir kitle bulunursa burun tıkanıklığı oluşur ve nefes almak için ağız yolu kullanılır. Geniz eti nedeniyle Eustachian borusunda fonksiyon bozukluğu oluşursa orta kulağa hava ulaştırılması aksar.

ORTA KULAKTA SIVI TOPLANMASI
Eustachian borusu çalışmazsa orta kulaktaki hava basıncı düşer ve vakum etkisi oluşur. Diğer bir deyişle dış kulaktaki hava basıncı göreceli olarak yüksek kalır, kulak zarı pozitif basıncın etkisiyle orta kulağa doğru çökmeye başlar. Bu durun uzun sürerse, orta kulak örtüsünce salgı üretilir. Sonuçta orta kulak boşluğu sıvı ile dolar ve kulak zarına iç taraftan destek oluşur.

Eustachiaan borusu fonksiyon bozukluğu birkaç hafta içinde düzelirse, salgılar genize boşalarak her şey normale döner. Ancak tıkanıklık daha uzun sürerse salgılar gittikçe koyulaşarak tutkal kıvamına ulaşır, zarın ve kemikçiklerin titreşmesine engel olup, orta derecede işitme kaybına neden olur. Problem aylarca sürecek olursa, orta kulakta yapışıklıklara ve erişkin hayata kadar uzanan kalıcı problemlere neden olabilir.

HASTALIĞIN MEDİKAL TEDAVİSİ
EOM’nin takibinde bazen ilaçsız dahi düzelme olabilmektedir. Yeni saptanan bir olguda birkaç hafta içinde şikayetler düzelmiyorsa orta kulak basıncı ölçülüp çeşitli ilaçlarla tedavi denenmelidir. Gerek hastanın hikayesi, gerekse muayene ve tetkik sonuçları uzun süreli bir problem olduğunu düşündürüyorsa, tedavi seçeneği fazla geç kalınmadan cerrahi olmalıdır.

HASTALIĞIN CERRAHİ TEDAVİSİ
Cerrahide kulak zarı delinip sıvı boşaltılır ve oluşturulan delik hemen kapanmasın diye, orta kulağa hava taşınmasına yardımcı olmak üzere tüp yerleştirilmesi gerekir. Patolojinin sebebi olarak geniz eti düşünülüyorsa, geniz etinin  de ameliyatla alınması gerekir.

AMELİYAT SONRASI TAKİP
Kulak zarına tüp takılmasıyla zarın bütünlüğü bozulmuş olur. Bu durumda dış kulak yoluna su kaçması halinde, suyun orta kulağa geçmesi mümkündür ve orta kulakta irinli iltihaplara neden olabilir. Kulak tıkaçlarıyla su kaçmasına engel olunmalı, havuza veya denize girilirken baş suya sokulmamalıdır. Tüplerin 2-3 ayda bir kontrolüyle takibi gerekir. Vücudumuz bünyesindeki bütün yabancı maddeleri attığı gibi, tüpleri de genellikle atacaktır. Genizdeki Eustachian borusunun havalanmasına engel olan olay düzelmeden tüpler atılırsa yeniden yerleştirilmesi gerekebilir. Geniz tıkanıklığının uzun sürdüğü hastalarda, uzun süreli kalabilen özel tüpler takılabilir. Genel olarak tüplerin 2 yıldan daha uzun süreyle kalmasına izin verilmez. Uzun süreli kalan tüpler veya kendisi orta kulakta iltihaplara neden olan tüpler KBB muayenesi sırasında alınabilir.

UNUTULMAMALI
-          EOM çocukluk çağının en sık hastalığıdır.
-          Genellikle sebep geniz etinin büyümesidir.
-          Bu hastalığın tedavisi mümkündür.
-          Geniz eti alınsa dahi çocuğun yaşına ve fizyolojisine bağlı olarak yeniden büyüyecektir, fonksiyon bozukluğuna neden olursa yeniden alınması gerekir.
-          Tüp takılan kulaklara su kaçırılmamalıdır.
-          Kulak tüplerinin takibi önemlidir.


Prof.Dr. Mustafa Asım Şafak tarafından hazırlanan bu yazının www.haldunoguz.com sitesinde yayınlanması için kendisinden özel olarak izin alınmıştır. Sayın Şafak’a değerli katkısı için çok teşekkür ederiz.

03 Ocak 2014

BOĞAZ REFLÜSÜ (REFLÜ LARENJİT veya LARİNGOFARİNGEAL REFLÜ)


BOĞAZ REFLÜSÜ (REFLÜ LARENJİT – LARİNGOFARİNGEAL REFLÜ) Nedir?
Mide, kendisine gelen yiyecekleri sindirebilmek için asit salgılar. Yemek borusu ve midenin birleştiği bölgede bir grup kas, bir kapakçık sistemi gibi davranarak asitli sıvının mide dışına çıkmasına engel olmaya çalışır. Mide içerisinde asitli sıvının geriye yani yemek borusu ve daha yukarısında yer alan boğaz, gırtlak bölgesine geri kaçışına “Boğaz Reflüsü (Reflü Larenjit – Laringofaringeal Reflü)” adı verilir. Reflüye bağlı oluşan şikayetler ya asidin doğrudan etkisine, ya da boğaz çevresindeki dokuların aside verdiği cevaba bağlıdır.
BOĞAZ REFLÜSÜ (REFLÜ LARENJİT – LARİNGOFARİNGEAL REFLÜ) olan hastalar hangi şikayetlerle doktora başvururlar?
En sık görülen şikayetler boğazda takılma (birşey varmış, yutamıyormuş gibi olma) hissi, ses kısıklığı, yutma sırasında ağrı, boğazda yanma, ağıza acı su gelmesi, göğüs ortasında ağrı, yemek yedikten sonra öksürük, sık boğaz temizleme, hazımsızlık hissi olabilir. Birçok farklı şikayet bu şikayetlere eklenebilir.
BOĞAZ REFLÜSÜ (REFLÜ LARENJİT – LARİNGOFARİNGEAL REFLÜ) olan hastaların bu durumdan korunmak için alabileceği önlemler nelerdir?
Reflüden korunmada etkili olabilecek ana yöntemler şöyle sıralanabilir. Kilo almamak, optimum kiloyu korumak, karın bölgesini aşırı sıkan kıyafetlerden kaçınmak, yemeklerden hemen sonra yatmaktan kaçınmak, yemeklerden hemen sonra egzersiz yapmamak, eğilip kalkmamak, stresten kaçınma ile ilgili önlemler almak, aspirin gibi mideyi irrite edici ilaçları dikkatli ve doğru dozda kullanmak, karın solunumunu öğrenmek ve gün içerisinde uygulamak, gece uyumadan yaklaşık 3 saat öncesinde su dışında hiçbir şey tüketmemek, yağlı – asitli – alkollü – domates soslu yiyeceklerin tüketimini sınırlamak.
BOĞAZ REFLÜSÜ (REFLÜ LARENJİT – LARİNGOFARİNGEAL REFLÜ) olan hastaların tanısı nasıl ve kim tarafından koyulur, nasıl tedavi edilir?
Reflü şikayetleri birçok başka hastalık tarafından da oluşturulabildiğinden, reflü şikayetleri olan hastanın bir Kulak Burun Boğaz hekimi tarafından muayene edilmesi gerekir. Hastalık, tanısı koyulduktan ve diğer hastalıklarla ayırıcı tanısı yapıldıktan sonra, ilaç tedavileri uygulanır. Bu amaçla kullanılan ilaçların doğru dozda ve uygun süre ile (ortalama 2-6 ay) kullanılması önemlidir. İlaca dirençli nadir olgularda, reflünün ikincil olarak oluştuğu mide fıtığı gibi hastalıkların varlığında ya da reflüye ikincil olarak oluşan subglottik stenoz ya da gırtlağın kötü huylu hastalıklarında cerrahi yöntemler tercih edilir.

LARİNGOFARİNGEAL REFLÜ BELİRTİLERİ
Aşağıdaki şikayetlerden bir yada birden fazlasının varlığı, laringofaringeal reflü habercisi olabilir. 
·         Sık boğaz temizleme
·         Boğulacakmış gibi olma hissi
·         Kronik öksürük
·         Uykudan öksürerek uyanma
·         Yutkunma ve yutma güçlüğü
·         Boğazda bir şey varmış, bir şey takılmış hissi
·         Yoğun veya çok miktarda boğaz salgısı
·         Ağızda acılık veya ekşime hissi
·         Tekrarlayan boğaz infeksiyonları
·         Seste kabalaşma, ses kalitesinin bozulması

LARİNGOFARİNGEAL REFLÜNÜN ÖNLENMESİ İÇİN ALINABİLECEK ÖNLEMLER
·         Optimum kilonun korunması
·         Karın bölgesini aşırı sıkan kıyafetlerden kaçınılması
·         Yemeklerden hemen sonra yatmaktan ve eğilmekten kaçınmak, yemeklerden hemen sonra ve yatmadan yaklaşık iki saat önce fiziksel  egzersiz yapmaktan kaçınmak
·         Aspirin gibi ilaçlar kullanılmaması
·         Stresten kaçınmak
·         Karın solunumunu öğrenmek ve uygulamak
·         Yatak başının yaklaşık 10-15 cm yükseltilmesi
·         Gece uyumadan yaklaşık üç saat önceden yemek yememek
·         Sık ve az hacimde öğünler tüketmek
·         Reflü oluşturabilecek gıdaları daha az tüketmeye özen göstermek: Yağlı veya baharatlı gıdalar, domates ve domates sosu (salça, ketçap, ve benzeri) içeren yiyecekler, turunçgiller (portakal, mandalina, limon, ve benzeri), ananas, sigara ve diğer tütün mamülleri, alkol, asitli içecekler, sirke, limon suyu, süt ve süt ürünleri, kafeinli içecekler (kahve, çay, kola gibi), sakız, öksürük şurupları ve ağız gargaraları, ağrı kesici ilaçlar, çikolata, kuruyemişler, mentol veya nane içeren gıdalar.

Prof.Dr. Hâldun OĞUZ

02 Ocak 2014

Boyun Kitleleri


Neredeyse her birey hayatının belirli bir döneminde boynunda bir şişlik fark etmiştir. Bunların bir kısmı çok sıradan hastalıkların bir göstergesi olabilir iken, bazıları ise çok önemli ve üzerinde hemen yoğunlaşılması gereken bir rahatsızlığın belirtisi olabilir.
Değişik yaş gruplarında boyun bölgesinde şişlik yapan ya da diğer bir deyişle kitleye yol açan hastalıkların oransal olarak dağılımında farklılıklar görülür.
Çocukluk çağında boyun şişliklerine çok sık rastlanır. Bu şişlikler boyunda orta hatta ya da yanlarda, alt çene kemiğinin hemen altında, kulağın önünde ya da arkasında, bir ya da birden fazla sayıda olabilir. Çocukluk çağında görülen şişliklerin en sık nedeni inflamasyon yani iltihaplanma ile giden başta üst solunum yolu enfeksiyonları olmak üzere bağışıklık sistemi ya da üst solunum ve sindirim sistemi ile ilişkili değişik hastalıktır.
Çocukluk çağında, anne karnında gelişimin belirli bir aşamasında bazı dokuların gelişmesinin duraklaması ya da yanlış şekilde gelişmesi sonucu oluşan hastalıklar da boyunda şişlikler ya da kitle ile kendisini belli edebilir. Bu tür gelişimsel problemler sadece çocukluk çağında görülmemekle birlikte, en sık görüldüğü yaş grubu çocukluk çağıdır. Gelişimsel patolojiler, boyut olarak milimetrik bir kitleden nerede ise tüm boyunu kaplayacak kadar büyük düzeye ulaşabilir. En sık görülen gelişimsel patolojiler arasında tiroid bezi gelişimi ile ilişkili tiroglossal kanal kisti, baş boyun ve göğüs bölgesi yapılarının gelişimi ile ilişkili brankial anormallikler, bağışıklık sistemi ve akkan yapıları ile ilişkili lenfanjiyomlar gibi çok değişik örnekler sayılabilir.
Genç erişkin çağda en sık görülen boyun kitleleri de aynen çocukluk çağında olduğu gibi enfeksiyonlara bağlı bağışıklık sisteminin bir parçası olan lenf nodu adı verilen yapıların büyümesinden (bu duruma lenfadenopati adı verilir) kaynaklanır. Lenfadenopati, aynada bireyin kendisinin ya da bir yakınının fark ettiği bir boyun şişliği şeklinde, veya yutkunurken ağrı, el ile dokunulduğunda acıma, bulunduğu bölgede kızarıklık ve ısı artışı, lenf nodunun üzerindeki cilde akıntı olması ya da genel olarak bireyin vücut ısısının artması ve halsizlik gibi şikayetlere yol açabilir. Lenf nodu büyümesi günlük hayatta sık karşılaşılan bir viral enfeksiyona ikincil olabileceği gibi, daha ciddi örneğin tüberküloz gibi vücudun diğer bölgelerini de etkileyen daha özgün bir enfeksiyonun ilk belirtilerinden de olabilir.
İleri yaşlardaki erişkinlerde yine iyi huylu şişlikler kötü huylu olanlara göre çok daha sık olarak görülür, ancak oransal olarak kötü huylu nedenlere bağlı boyun şişlikleri diğer yaş gruplarından fazladır. Ağız çevresinde yerleşmiş tükürük bezlerine ait patolojiler (taş, tükürük bezinin büyümesi, tükürük bezi dokusundan kaynaklanan iyi ya da kötü huylu tümöral hastalıklar gibi) de baş ve boyun bölgesinde şişlikle ortaya çıkabilir.

Doktora ne zaman başvurulmalıdır? Tanı nasıl koyulur?

Baş ve boyun bölgesinde şişlik fark eden her yaşta birey öncelikle bir Kulak Burun Boğaz Hastalıkları – Baş ve Boyun Cerrahisi Uzmanı’na başvurmalıdır.  Kulak Burun Boğaz Uzmanı yapacağı kapsamlı kulak, burun, boğaz ve tam bir baş boyun muayenesinin ardından (bu muayene hastanın gereksinimleri doğrultusunda genellikle geniz, yutak, gırtlak ve yemek borusu girişinin endoksopik olarak muayenesini de kapsar) gerekli bilgileri hastaya verecektir. Enfeksiyöz, inflamatuar bir rahatsızlık düşünülen hastaların ilaç tedavisine başlanması ve takibe alınması yeterli olabilir. Bazı hastalarda herhangi bir tedaviye başlanmadan önce ayırıcı tanı yapılması, patolojinin nesnel olarak daha iyi ortaya koyulması gibi nedenlerle değişik radyolojik incelemeler (ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme gibi) gerekli olabilir. Bazı hastalar için nükleer tıp yöntemleri (sintigrafi gibi) ya da dokunun patolojik incelemesi için örnek alınması (ince iğne aspirasyon biyopsisi ya da dokudan doğrudan parça alınarak) gerekebilir.

Boyun kitlelerin tedavisinde cerrahinin yeri nedir? Ne zaman ameliyata ihtiyaç duyulur?

Yukarıda da arz ettiğim üzere, baş boyun kitlelerinin çok büyük bir çoğunluğu enfeksiyonlara ya da diğer iltihaplanma durumlarına ikincil olarak oluşur. Bu tür kitlelerin medikal yani ilaçlar kullanılarak tedavisi genellikle çok başarılıdır. Doğru ilaçların uygun süre ve dozda kullanılması bir gerekliliktir. Ancak, ilaç tedavisinden fayda görmeyen enfeksiyöz – inflamatuar hastalıklar ile baş boyun bölgesinde yer alan yapıların iyi ya da kötü tümöral hastalıkları gibi birincil tedavisi cerrahi olan durumlarda cerrahi tedavi çok başarılı olarak uygulanabilen bir seçenektir. Cerrahi tedavi sayesinde çıkarılan örnekler patolojik olarak da incelenebilir ve hastanın ihtiyaç duyabileceği diğer tedavi yöntemlerinin (radyoterapi ya da kemoterapi gibi) planlaması yapılabilir.

KISACA...
·         Baş ve boyun bölgesine ait şişlikler her yaş grubunda görülebilir.
·         Hastaların bir Kulak Burun Boğaz Hastalıkları uzmanı tarafından detaylı olarak değerlendirmesi uygun olacaktır.
·         Tedavi yöntemleri olarak genellikle ilaç tedavileri, gereken hastalarda ise cerrahi tedaviler kullanılmaktadır.

Prof.Dr. Hâldun OĞUZ
www.haldunoguz.com

31 Aralık 2013

Kutlama - 2014

Yeni yılınızı en içten dileklerimle kutlar; sevdiklerinizle birlikte sağlık, mutluluk, huzur ve başarı dolu bir 2014 yılı geçirmenizi dilerim.
Saygılarımla.
Prof.Dr. Haldun OĞUZ

26 Aralık 2013

Septum Deviasyonu

Burun solunum sistemimizin ilk organıdır. Sahip olduğu çok özel yapısı nedeniyle solunum sistemine yönlendirilecek havanın işlenmesinde önemli görevleri vardır. Yaşamak için nefes almak zorundayız ve bunun burun yoluyla gerçekleşmesi çok önemlidir. Ağız yoluyla nefes almak ta mümkündür ancak bu fizyolojik olmayıp, beraberinde pek çok hastalığa zemin hazırlayacaktır.

BURUN YAPISI VE GÖREVLERİ
Akçiğerlerimizde kanın temizlenmesi diye bilinen oksijenizasyon olayı akciğerlerin alveol denilen bölümünde gerçekleşir. Oksijenizasyon olayının tam gerçekleşebilmesi için alveollere ulaşan havanın vucut ısısında (38 derece), yüksek oranda nemli ve tamamen süzülüp temizlenmiş olması gerekir. Solunum havasının ısıtılması, nemlendirilmesi ve süzülmesi ancak burun solunumuyla mümkün olabilir. Burun içinde konka denilen normalde bulunması gereken burun etleri bulunur. Konkalar çok kanlanan organlardır ve adeta kalorifer petekleri gibi çalışır. Kalorifer peteklerinden geçen sıcak su gibi, konkalardan geçen kan sayesinde konkalar ısıtılır. Bu nedenle burun solunumu sırasında konkaların etrafından geçen hava geniz bölgesine ulaştığında vucut sıcaklığına kadar ısıtılmış olur. Yine konkalarda bulunan özel hücreler sayesinde mukus denilen ve halk arasında sümük diye bilinen salgı üretilir. Konkaların sıcaklığı ve mukus sayesinde burunda nemli bir ortam oluşur. Böylece burundan geçen hava geniz bölgesine ulaştığında akciğerlerin ihtiyacı olan nemliliğe ulaşmış olur. Ayrıca mukusun doğası gereği çok yapışkan bir maddedir. Bu sayede burundan geçen havadaki toz partikülleri ve bir kısım mikroorganizmalar mukusa yapışıp kalırlar ve genize ulaşan hava süzülmüş olur. Anlaşıldığı üzere burnumuzun nefes alma işlevi sırasında 3 önemli görevi vardır; havanın ısıtılması, nemlendirilmesi ve süzülmesi. Doğaldır ki solunum havasının bu şekilde işlenmesi sırasında burnumuz da bir taraftan soğumakta, kurumakta ve kirlenmektedir. Belli bir seviyede soğuyan, kuruyan ve kirlenen burun pasajı yorulmuştur ve bu durum sinir bağlantıları sayesinde santral sinir sistemi tarafından algılanır. Refleks yollar sayesinde yorulan burun pasajındaki konkaların kan damarları genişletilir ve konkalara daha çok kan gönderilir. Kan ile dolan konkalar şişerek igili burun pasajını tıkayarak hava geçişini bir süre durdurur. Bu durum ilgili burun pasajının dinlenme periyodur. Bu sırada diğer burun pasajındaki konkaların kanı çekilip büzüştürülerek nefes alma sırası ona verilir. Böylece biz kesintisiz olarak burun yoluyla nefes almaya devam ettiğimiz halde, gerçekte bir burun pasajı tıkanmış dinlenme dönemine geçmiş, diğer burun pasajı görev yapmaktadır. Burun pasajlarının sırayla çalışmasından oluşan bu döngüye nazal siklus denir.

SEPTUM DEVİASYONUNUN TANIMI
Nazal siklusun düzenli devam etmesi için her iki burun pasajını birbirinden eşit olarak ayıran ve burnumuzun tam ortasında bulunan septum adı verilen bir duvar vardır. Bu duvanın ön bölümleri kıkırdak ve arka bölümleri kemik yapıda olup, halk arasında burun kemiği olarak bilinir. Septumun bunun pasajlarına doğru eğilmiş olmasına septum deviasyonu denir ki halk arasında burunda kemik var diye anılır. Septum deviasyonunda özellikle daralan tarafta burun tıkanıklığı hissedilir. Tek taraflı deviasyonlarda, hastalar sadece bir burun pasajını sağlıklı olarak kullanabilir. Açık olan pasaj görevdeyken burun solunumu yapabilir, bu pasaj dinlenme dönemine geçtiğinde diğer burun pasajı septum deviasyonu nedeniyle tıkalı olduğu için her iki burun pasajının tıkalı olduğunu hisseder. Septum deviasyonu bazen her iki burun pasajını da tıkayacak şekilde özellik gösterebilir.

HASTALARIN YAKINMALARI
Septum deviasyonu bulunan hastalar bazı dönemlerde ağız solunumu yapmak zorundadırlar. Geceleri uyurken genellikle ağızları açık kalır, bazen horlama bulunabilir. Sabah uyandıklarında ağızlarının kurumuş olduğunu hissederler. Bazen sabah uyandıklarında yorgunluk hissederler ve yataktan kalkmak istemezler. Gün içinde uykuları gelebilir, çalışma performansları düşebilir. Zihinsel fonksiyonlarda bir konuya odaklanma zorlukları, dikkat dağınıklıkları hissedebilirler. Yol yürümekle, merdiven çıkmakla çabuk yorulurlar, hava açlığı ve çarpıntı hissederler. Bu tip şikayetler genç hastalarda nispeten daha hafif hissedilirken, yaşın ilerlemesiyle belirgin hale gelir. Uzun süreli burun tıkanıklıkları sonucunda sık boğaz hastalıkları, sinüslerin havalanma problemleri ve sinüzit gelişimi kaçınılmazdır.

TEDAVİ
Sorun burundan randımanlı nefes alamamaktır, neden septumun eğri olmasıdır. Doğal olarak tedavi eğriliğin cerrahi yöntemle düzeltilmesidir. Septum deviasyonu için yapılan operasyonlara septoplasti denilir. Ameliyat lokal yada genel anestezi altında yapılabilir. 30-40 dakika süren bir cerrahi girişimdir. Ameliyat sonrasındaki ilk birkaç gün burunda şişme, burundan hiç nefes alamama, sürekli ağızdan nefes alma nedeniyle boğaz kuruluğu ve başağrısı şikayetleri olabilir. Ancak bu dönem geçicidir ve 10-15 gün içinde operasyon alanı tamamen iyileşerek burun solunumu olması gereken fizyolojik şartlara ulaşır. Dışarıdan bakıldığında ameliyata ait bir iz yoktur. Hastaların ameliyat sonrası yaklaşık 2-3 gün iş ve güç kaybı oluşabilir. Ameliyatın yapıldığı dönemin mevsimlerle bir ilişkisi yoktur, sadece hastanın işlerinin en az yoğun olduğu, kendine zaman ayırabileceği bir haftalık bir süreye ihtiyacı vardır.

KOMPLİKASYONLARI
Erken dönemde çok nadiren septoplasti sonrası şiddetli burun kanaması olabilir. Ameliyat sonrası bir burun travması olmadığı sürece septum deviasyonu tekrarlamaz. Ameliyat yeterli yapılmamışsa hafif deviasyon kalabilir, genellikle burun fonksiyonlarını bozmaz. Gereğinden fazla kemik çıkarılması durumuda burunda çökme, septumda perforasyon (delik) gelişebilir. Yeterli olmayan ameliyatlar sonucunda revizyon (yeniden) septoplasti operasyonu gerekebilir ki, ilk kez ameliyat yapılmasına göre daha zorlu bir durumdur. 

UNUTULMAMALI
• Fizyolojik solunum yolu burun ile başlar.
• Ağızdan nefes alınması beraberinde pek çok promlem doğurur.
• Burun kemiğinin eğriliği (septum deviasyonu) en sık görülen burun tıkanıklığı nedenidir.
• Ameliyatla (septoplasti) deviasyon problemi tamamen düzeltilebilir.
• Ameliyatın yapılacağı özel bir mevsim yoktur.
• Ameliyat sonrası birkaç günlük iş ve güç kaybı oluşur.

Prof.Dr. Mustafa Asım Şafak tarafından hazırlanan bu yazının hoguz.blogspot.com sitesinde yayınlanması için kendisinden özel olarak izin alınmıştır. Sayın Şafak’a değerli katkısı için çok teşekkür ederiz.

18 Aralık 2013

Kontakt Granulom Tedavisi

Ses teli kontakt granulomlarında değişik tedavi yöntemlerini karşılaştıran, Laryngoscope dergisinde yayınlanmak üzere kabul edilen bir çalışma hakkında, kliniğimiz eğitim saatinde sunulmak üzere hazırladığım sunuma aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz. 18 ayrı klinikten 590 olgunun dahil edildiği çalışma Güney Kore'den Lee ve arkadaşları tarafından hazırlanmış. Kontakt Granulom 2013 Laryngoscope

11 Aralık 2013

Bilateral Vokal Fold Paralizisinde Aritenoidektomi Yöntemlerinin Karşılaştırılması

Çift taraflı ses kıvrımı paralizisine ikincil solunum problemleri nedeniyle ameliyat edilen olgularda iki yöntemi karşılaştıran Yılmaz ve arkadaşlarının bir çalışması ile ilgili, kliniğimiz eğitim saatinde sunulmak üzere hazırlanan dosyaya ekteki bağlantıdan ulaşabilirsiniz. Yılmaz, 2013, JAMA www.haldunoguz.com

04 Aralık 2013

Ağızdan kontrolsüz tükürük akışında tedavi yaklaşımları

Nörolojik hastalıkları nedeniyle ağızdan tükürük akışı rahatsızlığı olan erişkinlerde uygulanabilen tedavi yaklaşımları konusunda, kliniğimiz eğitim saatinde sunulmak üzere hazırladığım dosyaya ekteki bağlantıdan ulaşabilirsiniz. Drooling, OGUZ, 20131204

20 Kasım 2013

Larinkste yassı hücre değişiklikleri

Displazi, metaplazi, hiperplazi, intraepitelyal neoplaziler, karsinoma in situ ve diğerleri. Larinkste yassı hücre değişiklikleri ile ilgili bir makalenin özetine aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

13 Kasım 2013

Larinks kanser öncesi lezyonları

Larinks kanser öncesi lezyonlarına ait bir makale sunumuma aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

https://app.box.com/s/gymzhn8nfd58tl0h4gwk

07 Ekim 2013

Vokal Fold Lezyonlarının Genetik Tanımlanması: Lökoplaki ve Karsinoma

Laringeal yassı hücreli karsinom (SCC) olgularında yaşam süresini belirleyen en önemli faktör erken tanıdır. Hangi prekanseröz lezyonların daha çok risk içerdiğini gösteren tanısal işaretleyiciler henüz bulunmamaktadır. Vokal fold lökoplakilerinde malign transformasyon riski %8’dir. Risk altında olan hastaların hangileri olduğuna dair bulgular henüz net değildir. Güncel olarak kullanılan yöntem doku örneğinde displazi varlığını ve derecesini ortaya koymaya yöneliktir. Örnekleme ve değerlendirme hatalara açıktır. Örnekleme sırasında lökoplakisi olan hastaların %50’sinde displazi bulunmaktadır, ancak, bunların bir kısmının yaşamlarının bir döneminde displazi geliştireceği de aşikardır.
Geleneksel tanı yöntemleri mükemmellikten uzaktır. Eğer hekim, takip etmeyi uygun görürse ve riskli bir hasta takibe gelmezse ilerleyen zaman içerisinde agresif bir tümör gelişebilir. Aksine, hekim radyoterapi ya da cerrahi önerirse, hiç bir zaman larinks kanseri geliştirmeyecek bir olguda gereksiz bir laringeal hasar oluşturulabilir.
Vokal foldlarda tümörogeneze ilerlemenin genetik alt yapısı hakkında bilgilere sahip olunması, güvenilir ve öngörüye olanak sağlayan tanı kriterleri oluşturulmasını sağlayabilir. Genetik ekspresyon markerları kullanılarak keratotik kanseröz olmayan lezyonların invaziv karsinomdan ayırt edilmesi hipotezine dayanan bir çalışma yapılmıştır.
Hiçbirisnden daha önce biyopsi alınmamış, klinik tanıları vokal fold lökoplakisi olan, histopatolojik tanıları displastik olmayan keratotik epitel (ND) (n=7), displastik keratotik epitel (DYS) (n=3), ve invaziv karsinom (CA) (n=7) olan hastalarda 84 adet kanser pathway geni ekspresyonu gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu (RT-PCR) ile çalışılmıştır.
4 genin (Insulin-like growth factor 1 [IGF-1], Matrix metalloproteinase 2 [MMP-2], S100 Calcium binding protein A4 [S100A4], Ependymin related protein 1 [EPDR1]) DYS grubunda ND grubuna göre istatiksel olarak daha fazla eksprese edildiği görülmüştür. IGF-1, 8,5 kat artış ile ekspresyonu artan gendir.7 genin CA grubunda DYS grubuna göre daha fazla (en önemlisi 47 kat artan MMP-1 genidir); 31 genin ise CA grubunda ND grubuna göre yüksek oranda (en önemlisi 37 kat artan MMP-1 genidir) regüle edildiği bulunmuştur.
Matriks metalloproteinazları (MMP-1, MMP-2, MMP-9) ekspresyonunun grupları istatiksel olarak ayırt etmek te olduğu ve hücre dışı matriks yıkımı ve anjiogenezin arttırılmasını ifade ettiği görülmektedir. Genetik değişikliklerin bu şekilde tanınması ile vokal fold tümör oluşumu hakkında  ileride önemli tanısal kriterler ortaya koyulabilir.

Barlett RS, et al. Genetic characterization of vocal fold lesions: leukoplakia and carcinoma. Laryngoscope 2012; 122(2):336-42. 

24 Eylül 2013

Vokal Kord Lökokeratozu Klinik Sınıflaması ve Tedavisi

Vokal kord lökokeratozu, erişkin laringeal papillom ve kronik hipertrofik larenjit ile birlikte laringeal prekanseröz lezyonlar olarak kabul edilmektedir. Lökokeratoz klinik bir tanımlamadır. Anormal epitelyal hipertrofi veya displazi nedeniyle oluşan vokal fold epitelyal ya da keratotik tabakasında bir artışı ifade eder. Lezyon vokal foldun bir bölümünde ya da tamamında görülebilir, derinliği çok farklı olabilir. Tıbbi hikaye, etioloji, neden ve tutulum derinlikleri farklı olduğundan tedavi ve prognozları da farklılık gösterir. Ma ve arkadaşlarının bir yıl içerisinde tedavi edilen 360 lökokeratoz hastası içeren serleri ile ilgili veriler şu şekildedir:
·         332 erkek, 28 kadın hasta
·         Yaş aralığı 18-78 (ortalama 48)
·         Semptomlar: Ses kısıklığı %91, yabancı cisim hissi %9; süresi 1-36 ay
·         60 olgu bilateral, 29 olguda yerleşim ön komissürde
·         21 olgu konservatif tedavi (fonasyon kısıtlaması, oral antiinflamatuar ajanlar, oral antiasitler ve budenoside), takip aylık olarak lezyon ortadan kalkana kadar uygulanmıştır.
·         339 hasta cerrahi ile tedavi edilmiştir; asıl lezyonun karşısında yer alan lökokeratoz için submukozal kordektomi, tip II ve III sulkus ile birlikte olan lökokeratozlar için mukozal dilimleme ve tarama, bilinen bir nedene bağlu olmayan lökokeratozlar için parsiyel subligamental veya transmuskuler kordektomi uygulanmıştır. Takip ilk yıl her ay, ikinci yıl iki ayda bir yapılmıştır.
Hikaye, video görüntü ve mikroskopik morfolojilerine göre lezyonlar 4 gruba ayrılmıştır:
Tip I – inflamatuar lökoplaki (#21, %6): Bilateral, beyaz membran benzeri görünüm, 2 hafta – 2 ay arası hikaye; ÜSYE, aşırı öksürük, aşırı alkol kullanımı, sesin aşırı kullanımı, ani başlangıçlı ve belirgin ses kısıklığı ile birlikte. Yaklaşık 2 aylık konservatif tedavi ile belirtiler belirgin şekilde düzelir.
Tip II – friksiyonel polip (#76, %21): Polibin karşısındaki kordda unilateral, sınırlı, lokal mukozal kalınlaşma ile karakterize.
Tip III – sulkus vokalis (#68, %19): Aynı yönde bulunan tip II veya III sulkus vokalis ile birlikte. Bu vokal fold üzerinde değişik derinlik ve uzunlukta yarıklar vardır ve lezyonların tabanı yarığın dibinden verrüköz, anguler veya eğimli olarak çıkar.
Tip IV – basit lökokeratoz (#195, %54): Mukozaya sınırlı olabilir ya da submukozaya uzanabilir. Yama gibi, verrüköz veya papiller olabilir. Sınırlı olabilir veya tüm kordu tutabilir.
Tip I lezyonu olan olguların tamamı 2 ay içerisinde konservatif yöntemle iyileşmiştir.
Tip II lezyonlara submukozal rezeksiyon yapılmıştır, tip III lezyonlara mukozal dilimleme tedavisi uygulanmıştır. Tip IV lezyonların 162’sine subligamental, 33’üne transmuskuler kordektomi uygulanmıştır. 31 olguya 3-12 ay sonra tekrar cerrahi uygulanmıştır. Tek cerrahi ile kür oranı %91’dir. Tüm olgularda kanser görülme oranı (22/360) %6,1; cerrahi olan olgularda (22/339) %6,5; tip I-III lezyonlarda %0, tip IV lezyonlarda (22/195) %11’dir.  
Tip II ve III lezyonların cerrahisi sonrası bir ay kadar süren mukoza konjesyonu, iki ay kadar süren psödomembranöz materyal izlenmiştir. Mukozal dalga hareketinin en iyi haline dönmesi yaklaşık 2 ay almıştır. Tip IV lezyonların son halini alması 6 ay kadar sürebilmektedir.
Patolojik spesimenler WHO intraepitelial vokal kord lezyonları sınıflamasına göre değerlendirildiğinde, ilk cerrahi sonrası, olguların %20’sinde basit hiperplazi, %42’sinde hafif displazi, %29’unda orta derecede displazi, %7’sinde ağır displazi ve %3’ünde carcinoma in situ belirlenmiştir. Ağır displazi bulunan olguların yarıdan fazlası (13/22) ikinci cerrahi sonrası yassı hücreli karsinom tanısı almıştır.  
Ma LJ, Wang J, Xiao Y, Ye JY, Xu W, Yang QW. Clinical classification and treatment of leukokeratosis of the vocal cords. Chin Med J (Engl). 2013 Sep;126(18):3523-7. PubMed PMID: 24034102.

Doç.Dr. Haldun OĞUZ – www.haldunoguz.com