14 Temmuz 2006

KEKEMELİK NASIL OLUŞUR?

Kekemeliğin nedeni ebeveynler kadar araştırmacıların da merak ettikleri ve hala kesin bir cevap bulamadıkları bir sorudur. Günümüzde kekemeliğin nedenlerine dair ileri sürülmüş pek çok farklı kuram vardır. Bunların hiçbiri kesin ve net bir şekilde kekemeliğin nedenini ortaya koyamamıştır. Ancak, kekemeliğin nedeninin psikolojik olmadığı bilimsel olarak kabul edilen bir gerçektir. Yani hiçbir çocuk, korktuğu ya da üzüldüğü için kekeme olmaz. Bu gibi duygusal durumlar, eğer çocukta genetik bir yatkınlık söz konusu ise (birincil derecede akrabalarında kekemelik öyküsü varsa) tetikleyici rol oynayabilir. Duygusal durumlar kekemeliğin şiddetini arttırır, fakat doğrudan doğruya kekemelin nedeni değildir. Öyle olsaydı aynı duyguları yaşan tüm çocukların kekeme olması gerekirdi! Kekemeliğin nedenini biyolojik ya da fizyolojik yapıdaki farklılıklarla, kişilik özellikleriyle veya birtakım şartlanma kuramlarıyla açıklamaya çalışan yaklaşımlar giderek popülerliklerini yitirmektedirler.

Günümüzde kekemelin nedenine ilişkin olarak yapılan çalışmalar giderek beynin çalışma sistemi üzerinde odaklanmaktadır. Akıcı konuşan bireylere kıyasla, kekemeliği olan bireylerin beyin aktivitelerinde ne gibi farklılıkların olabileceğini araştırmak üzere "positron emission tomography (PET)", "functional magnetic resonance imaging (fMRI)" ve diğer beyin görüntüleme tekniklerinden yararlanılmaktadır. Yapılan araştırmalarda, kekeleme anında sağ hemisferde ortaya çıkan sıra dışı aktivasyonun terapiyle ya da akıcılığı arttıran stratejilerle azaldığı ve temporal lobda yetersiz aktivasyon olduğuna ilişkin genel bir uzlaşma olduğu görülmektedir. Ancak, bulgular arasında önemli farklılıklar da bulunmaktadır (Ingham, 2003).
Özlem AKGÜN, Konuşma ve Dil Patoloğu

11 Temmuz 2006

KRONİK ÖKSÜRÜKTE YENİ BİR TEDAVİ: AMİTRİPTİLİN

Herhangi bir neden belirlenemeden uzun süredir öksürüğü olan hastalarda yapılan yeni bir çalışmada, günlük 10 mg amitriptilin tedavisi ile hasta şikayetlerinde belirgin düzelme olduğu belirtilmektedir. Konu ile ilgili detaylı bilgiyi Otolaryngology Head & Neck Surgery dergisinin Temmuz 2006 sayısında bulabilirsiniz.

10 Temmuz 2006

KEKEMELİK NE ZAMAN BAŞLAR?

Pek çok anne-baba, çocuklarının kekemelik probleminin ne zaman ve ne şekilde başladığı sorulduğunda benzer bir hikaye anlatırlar. Genellikle çocuklarının 3-4 yaşlarına kadar gayet düzgün konuştuğunu, hatta konuşmaya erken başladığını, ancak birden bire konuşmasının bozulduğunu söylerler. Genellikle bu yaşlar çocuğun yuvaya başladığı yaşlardır. Yine bu yaşlarda çocuklar kısa tatiller için anne babadan bir süre ayrı kalırlar. Dolayısıyla ebeveynler çocuklarının konuşmalarının birden bire bozulmasını ayrı kalma, yuvaya başlama ya da o sırada gerçekleşen başka bir yaşam değişikliği gibi olaylarla ilişkilendirirler. Bunun yanı sıra herhangi bir olaydan veya nesneden çok korkma, herhangi bir duruma çok üzülme gibi, çocuğun duygu durumundaki ani değişikliklerin de konuşmasını etkileyebileceği düşünülür.   Bazı ebeveynler ise, çocuklarının konuşmaya başladığı ilk zamandan itibaren kekelediğini, hiçbir zaman akıcı konuşamadığını ve bunun nedenini anlayamadıklarını bildirirler.
Özlem AKGÜN, Konuşma ve Dil Patoloğu

08 Temmuz 2006

BURUN VE SİNÜSLERDE ADENOİD KİSTİK KANSER

Sinonazal bölgenin (burun, sinüsler ve genizi içerisine alan bölge) kötü huylu tümörleri çok nadir görülmektedir. Bu bölgede ikinci sık görülen tümör adenoid kistik kanserdir. Çok nadir görüldüklerinden bu konuda detaylı çalışmalar kısıtlıdır. Laryngoscope dergisinde Haziran 2006'da yayınlanan bir çalışmada bu tanı ile takip edilen 35 hastanın bilgileri geriye dönük olarak taranmıştır. Buna göre hastaların üçte ikisinde tümörün kaynaklandığı bölge maksiller sinüslerdir. Hastaların %70'inde tümör ileri evrede tanı almıştır. Hastaların 5 yıllık yaşam şansı %86'dır. 5 yıl içerisinde hastalığın aynı bölgede tekrarlama riski %30, uzak yayılım gösterme riski %25'tir. Cerrahinin yanı sıra radyoterapi verilmesi tedavi şansının arttırmaktadır. Hastalığın gidişatında en etkili faktör, tanı koyulduğu anda uzak yayılım bulunup bulunmamasıdır.  
Laryngoscope June 06 PNS ACC

 

07 Temmuz 2006

ALLERJİK RİNİT VE ETKİLERİ

Allerjik rinitin görülme sıklığı her geçen gün artmaktadır. İmmunoglobulin E tarafından oluşturulan hava yolu iltihabı, kendisini allerjik rinit, astım, ya da her ikisinin birlikteliği şeklinde gösterebilmektedir. Üst ve alt hava yollarındaki allerjik iltihap artık tek bir hava yolu hastalığı olarak kabul görmektedir. Astımın diğer hastalıklar ile olan bağlantısı üzerinde sıklıkla durulurken, allerjik rinitin ilişkileri henüz tam olarak ortaya konamamıştır. Allerjik rinitin, rinosinüzit, nazal polip, tekrarlayan viral enfeksiyonlar, adenoid büyümesi (geniz eti), Östaki tüpü fonksiyon bozuklukları, effüzyonlu otitis media (seröz otit ya da kulakta sıvı birikimi) ve larenjit ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Bu hastalıkların çok değişik uzmanlık dalından hekimler tarafından görülmesi de tanıya yaklaşımda farklılıklara yol açmaktadır. Pratisyen hekimler, çocuk doktorları, göğüs hastalıkları uzmanları, allerji ile ilgilenen hekimler ve KBB uzmanları benzer belirtiler ile başvuran hastalara farklı şekillerde yaklaşabilmektedir. Hastaya yaklaşım sırasında bunların burundan başlayan tek bir hava yolunun benzer rahatsızlıkları olduğu akıldan çıkarılmamalıdır. Konu hakkında Allergy dergisi Haziran 2006 sayısında yayınlanan bir makaleye aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
Allergy Haziran 2006

AMYOTROFİK LATERAL SKLEROZ VE DUYU KAYBI

Amyotrofik lateral skleroz, nedeni bilinmeyen bir progresif motor nöron hastalığıdır. Hastalar genellikle aspirasyon pnömonisi nedeniyle kaybedilir. Aslen bir motor nöron hastalığı olmakla birlikte, yapılan çalışmalar, bu hastalarda duyu kaybı da bulunduğunu ve bunun da hastalığa bağlı problemlerin oluşmasına neden olduğunu ifade etmektedir. Annals of ORL'nin Temmuz 2006 sayısında yayınlanan bir makalede, bu hastalarda normal popülasyondan daha yüksek oranlarda larinks duyusunda azalma ve yutma problemleri olduğu rapor edilmektedir.

02 Temmuz 2006

ALKOLÜN İŞİTME ÜZERİNE ETKİSİ

Uzun süre alkol kullanımının denge sistemi üzerine etkileri uzun süredir bilinmektedir. American Journal of Otolaryngology'nin Temmuz-Ağustos 2006 sayısında yayınlanan bir çalışma ile alkolün dengenin yanı sıra işitme üzerine de ciddi etkileri olduğu gösterilmiştir. Alkol bağımlılarında yüksek frekanslarda (tiz seslerde) işitme eşiklerinin yükseldiği tespit edilmiştir. Ayrıca, beyin sapı uyarılmış cevap odyometrisi ile I, III ve V. dalga latenslerinin uzadığı belirtilmiştir.